Kamuda İyi Yönetişimin Dünü, Bugünü ve Yarını
İyi Yönetişim Nasıl Başladı?
Yönetişim kavramı ilk kez, Amerika’da hisseleri borsada işlem gören şirketlerde; paydaşların haklarını korumak için şirketlerde açıklık, saydamlık ve hesap verebilirliği ifade eden bir terim olarak kullanıldı. Bu kavram, daha sonraları da kamuda benzer içerikle iyi yönetişim ifadesiyle kullanılmaya başladı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası liberal kapitalizmin gelişmesi ve demokrasinin yaygınlaşması ile kamu sektöründe verimlilik konuları tartışılmaya başladı. Hükümetlerin, yerel yönetimlerin ve sonraları da uluslararası kuruluşların demokratik hesap verilebilirliklerini artırmak, temsil edilmeyenlerin sesini duyurmak ve yolsuzlukla mücadele gibi amaçlar için iyi yönetişim ilkelerini hayata geçirdikleri görüyoruz.
İyi yönetişim ilkelerinin bazıları Amerika’da Richard Nixon’ın başkanlığı sonrası ortaya çıktı. Nixon yönetimi Watergate skandalıyla kamuoyunda itibar kaybedince yerine gelen başkan Gerald Ford zamanında hükümete karşı güvenin sağlanması için bazı önlemler aldı. Bunlardan en önemlisi Government in Sunshine ( Gün Işığında Hükümet Yasası) idi. Bu yasayla halk, kamu yönetiminde açıklık ve bilgi edinme konusunda haklar kazandı.
Türkiye’de iyi yönetişim kavramı ilk kez 1996 Habitat-II Uluslararası toplantısından önceye denk gelmektedir. Habitat Konferansıyla sivil toplum kamu yanında meşruiyet kazandı ve sivil toplum kamuya belirli konularda soru sormaya, bilgi edinmeye başladı. 1999 Marmara depremi ve 2001’de yaşanan mali kriz bir yandan sivil toplumun kamuoyunda itibarını arttırırken, öte yandan da her iki olayda da ödenen bedellerin hesabı sorulmaya başladı.
Bugün Neredeyiz?
2001 krizi sonrası Türkiye’de yaşanan hükümet değişikliği daha önceki hükümet değişmelerinden çok farklıydı. Bu değişim, halkın daha çok demokrasi, daha çok açıklık ve daha çok katılım talebini ifade ediyordu. 2002’den sonra gelen hükümet kamu yönetiminde büyük bir reform yapmayı amaçlıyordu. Başbakanlıkta kamu yönetimi reformu için bir çalışma grubu kuruldu ve bu grup Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı hazırladı. Bu tasarı Türkiye’de o zamana kadar görülmeyen bir yöntemle sivil toplum, üniversiteler ve iş dünyası ile tartışıldı. Geniş bir tartışma sonucunda oluşturulan tasarı TBMM tarafından kabul edildi. Ancak zamanın Cumhurbaşkanı bu tasarıyı veto etti. Hükümet de bu tasarıyı bir daha gündeme getirmedi. Bu kanun tasarısının birinci maddesinde kamu yönetiminin katılımcı, saydam, hesap verebilir, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir yönetim olacağı belirtilmiştir. Ayrıca bu kanun tasarısı merkezi hükümetin yetkilerini sınırlayarak yerel yönetimlere geniş bir görev ve hizmet devrini öngörüyordu. Ne yazık ki, bu kanun uygulamaya konamadı. Ancak, bu kanundaki katılımcılık, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi ilkeler yerel yönetim reformu içinde yer aldı. İyi yönetişim kavramı ve ilkeleri günümüzde en azından söylem olarak siyasetçiler, özel sektör temsilcileri ve sivil toplum örgütleri tarafından sıkça kullanılmaktadır. Bu ilkelerin tümü tam olarak yerine getirilmese bile kamu bütçelerinin harcama kalemleri herkese açık hale getirilmiş bulunmaktadır. Önümüzde daha alınması gereken çok yol var. Ancak, yeni Anayasa çalışmaları ile bu konuların anayasal güvence altına alınacağına inanıyorum.
Yarın hakkındaki öngörüleriniz nelerdir?
Önümüzdeki günler için iyi yönetişim uygulamaları bakımından iyimserim. Bunun bazı nedenleri üzerinde durmak istiyorum. Birincisi, temel insan hakları ve özgürlüklerin herkes için vazgeçilmez olduğunun anlaşılmasıdır. Temel hak ve özgürlükler yalnız kamu kesimi için değil, özel sektör içinde uyulması gereken başlıca ilkeler halini almıştır. İkincisi, yeni iletişim teknikleri bireylerin karar verme süreçlerine etkin bir biçimde katılmasını kolaylaştırmaktadır. Böylece çok az kişinin örgütlenerek bir araya geldiği sivil toplum örgütlerinin yanında artık bireylerden oluşan yığınların kamu işlerine müdahale hakkının genişlediğine şahit olacağız. Arap Baharı ve Gezi olayları bunun en güzel örnekleridir. Önümüzdeki günlerde dünyada ki her türlü eşitsizliğin giderilmesi için daha büyük halk tepkisinin ortaya konacağı şüphesizdir. Nitekim Avaaz, change.org gibi bireylerin oluşturduğu iletişim kanalları yoluyla milyonların sesi daha gür işitilmektedir. Buna örnek vermek gerekirse, Avaaz da toplanan 2.7 milyon imza ile G-7’ye başvuruldu ve G-7 fosil yakıtlara uygulanan teşviklerin 2020 den sonra kaldırılmasını kabul etti.